KÜRŞAD YILMAZ YAZDI: ZEKAT VE CEMAATLER

 

 

 

 

 

Zekât, sadece farz diye bilinen hükümlerden biri olmayıp, aynı zamanda İslâm’ın  beş büyük sütunundan biridir. Zekât, her şeyden önce bir ibadettir. İslâmî açıdan zekât, basit bir sadaka ve ihsan değildir. O, devlet ve toplumun fert üzerindeki hakkıdır. Müslüman bu ibadeti Allah’ın emrine uyarak, O’nun rızâsına kavuşmayı dileyerek, gönül hoşnutluğu ve halis bir niyetle yerine getirmelidir. Zekâtın; bu dinî ve mânevî hikmetleri yanı sıra, toplumda sosyal adaleti, zenginlerle fakirler arasındaki maddî ve hissî uçurumları kapatma, karşılıklı sevgi ve saygı tesis etmenin yanında kamu düzenine önemli yararlar sağladığı açıktır. İslâm kamu maliyesinin temelini teşkil eden zekâtın sarf yerleri Kur’ân-ı Kerim’in Tevbe Sûresi’nin 60. âyetinde (Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. –Diyanet İşleri meali) belirtilmiştir. Buna göre devlet, onu âmilleri (zekât toplayan vergi memuru) vasıtasıyla toplamak ve belirtilen yerlere sarf etmekle yükümlüdür. Bu bakımdan zekât, belli bir zenginlik düzeyine gelmiş olan müslümanların yerine getirmek zorunda oldukları bir yükümlülüktür. İbâdet manası taşıdığından dolayı müslüman olmayanlardan alınmaz. Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde DEVLET, âmillerini (memur) gönderip zekâtı topluyor ve gereken yerlere dağıtıyordu. Fakat Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde çıkan bazı problemler yüzünden DEVLET emvâl-i bâtınayı toplama hakkından feragat etti.

 

Bu dönemden itibaren devlet sadece emvâl-i zâhire ile ilgili olarak memurlarını gönderip zekât topluyordu. Fakat daha sonra gelen devletler, zekât toplama işini bütünüyle müslümanların kendi dinî anlayış ve uygulamalarına bıraktılar. Osmanlı Devleti de kendinden önceki müslüman devletlerin bu uygulamasını aynen devam ettirdi. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat öncesi dönemlerde vergiler, esas itibariyle iki kısma ayrılıyordu: Bunlardan birine “Şer’î Vergiler”, diğerine de “Örfî Vergiler” deniyordu. Şer’î vergilerin başında zekât, harâc, öşür ve cizye gibi Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar devam eden ve bütün İslâm ülkelerinde aynı isimle mükelleflerden tahsil olunan vergiler gelmektedir. Osmanlı Devleti’nde vergi almaya “cevaz” veren, yani vergiyi haklı kılan, hukuki dayanak, özellikle 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadarki dönemde İslam Hukuku idi. “Şer’i vergiler” (tekalif-i  şer’iye) Devlet harcamalarının esas kaynağını oluşturuyordu. Bununla birlikte, şer’i vergilerin (tekalif-i şer’iye) yeterli olmadığı hallerde de, şer’i hükümlerle ters düşmemek üzere, Padişahın vergilendirme yetkisine dayanarak koyduğu ve örf ve adete dayanan çok sayıda “örfi vergiler” de (tekalif-i örfiye) söz konusuydu.

 

Yukarıda zekatın kimlere verileceğini ve tarihte devlet eliyle toplandığından bahsettik. “Gülsek mi ağlasak mı?” başlıklı yazımızda, cemaat, tarikat ve benzeri oluşumların her yönüyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sıkı denetiminde olması gerektiğini belirtmiştik. Denetimin mali yönden de yapılması şarttır. Kur’an ve sünnete göre zekatın kimlere verileceği ve memur eliyle toplanacağı belirtilmesine rağmen cemaatler, tarikatler halkın halis dini duygularını istismar ederek, ihtiyaç sahiplerine ulaştıracakları beyanı ile zekat toplamaktadırlar. Cemaat, tarikat, vakıf ve benzeri oluşumların sıkı bir mali denetime tabi tutulmaları, zekat müessesini istismar etmelerini de önleyecektir. Vakıa FETÖ – ADNAN OKTAR ve benzeri bir takım İSTİSMARCI YAPILANMALARIN da önü kesilmiş olacaktır. Cemaat ve tarikatların MEHDİ inancı hakkında yaptıkları suistimaller, gelecekte yaşanabilecek muhtemel sorunlar ve bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan beklenti ise ayrı bir yazı konusudur. Bu tip yapılanmaların kesiştikleri ortak noktalardan biri de, kendi kurdukları Vakıf ve benzeri kuruluşlar vasıtasıyla, saf, temiz insanlarımızdan zekat, fitre, kurban derisi toplamaları, nihayetinde büyük bir ekonomik güç  sağlamalarıdır. Maalesef, ellerindeki büyük maddi imkanların DEVLETİMİZE VE MİLLETİMİZE kurşun sıkmakta kullanılabildiğini 15 TEMMUZ HAİN HARBE TEŞEBBÜSÜ ile hep beraber yaşadık. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cemaat, tarikat ve bunların kurdukları vakıf, derneklere zekat verilemeyeceğini açıklaması gereklidir. Bir takım yapılanmaların hâlâ zekat, fitre adı altında para topladıkları, mâli açıdan yeteri kadar denetlenmedikleri de bilinmektedir. FETÖ – ADNAN OKTAR YAPILANMALARINA devletimiz gerekeni yapmış ve yapmaya da devam edecektir. Lakin maddi gelirleri DENETLENMEDİĞİ sürece, benzeri yapılanmaların yine DEVLET ve MİLLET karşıtı bir yapıya evrilmeyeceklerinin bir garantisi yoktur. DEVLET OTORİTESİ İLE REKABETE GİRİŞEBİLECEK YAPILARA ASLA MÜSAADE EDİLEMEZ. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konuda söz sahibi bir makam olarak, derhal ve acilen açıklama yapması ve akabinde de gerekli yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması şarttır.

 

 

 

 

Yorumlar: 0

Mail adresiniz gösterilmeyecek. Zorunlu aranlar (*)